Hafif Müzik Bülten - 31 // Haftalık Müzik Raporunuz
Spotify raporu analizi, çizgi roman satışlarında artış, Fransız house'u hatırlamak, uzun videolar daha fazla izleniyor ve diğer gereksiz bilgiler, şu ara ne dinlesek sorusuna verilen muhtelif yanıtlar
Ne dinlesek?
KÖFN’ün iki üyesinden Salman Tin’in solo çalışmasının adı “Can İzi”.
Selena Gomez ve nişanlısı Benny Blanco’nun yayınladığı romantik albümün adı “I Said I Love You First”. Ne diyelim Allah tamamına erdirsin.
Can Baydar ve Teoman “Senin Yüzünden” adlı şarkıda düet yapıyor bu hafta.
Japanese Breakfast’ın (aşağıda) yeni albümü “For Melancholy Brunettes (& Sad Women)” yayınlandı. Bu albümle ilgili yazacağım ama önce dinleyelim.
Man I Trust’ın bu hafta yayınladığı albümün adı “Equus Asinus”. 14 şarkılık albüm haftanın dikkat çekici yeni işlerinden. Onu da uzun dinleme listeme atıyorum.
Londralı cazcı Tom Misch imzalı “Old Man”i de gözden kaçırmayalım. Gitar solo pek güzel olmuş.
Ustasından 2025 model French house
Fransız DJ ve prodüktör Etienne De Crecy’nin Damon Albarn’ı da konuk ettiği yeni albümü “Warm Up” 90’ların Fransız house mirasını günümüzün dans müziğiyle güncelliyor
90’ların disco’su, club’dı. Trans DJ’lerinin ele geçirdiği club sahnesi Paris’ten yükselen seslerle yeni bir viraja girerken on yılın ikinci arısından sonra Daft Punk, Motorbass, Cassius, Demon gibi isimler duyulmaya başlanmıştı. Teknik olarak Paris’in gece hayatında adını duyurmuş bir grup müzisyen, DJ ve prodüktörün farklı isimler altında, farklı kombinasyonlarla bir araya gelip yeni bir akım oluşturmalarına tanık oluyorduk. Bu dönem olan biteni en iyi anlatan ve içeriden bakan yapımlardan biri 2014 yapımı Eden adlı filmdir. Dönemin elektronik müzik sahnesini, Paris’te yaşananları, French house’un doğuşunu ve dönüşümünü, gerçeğe çok yakın kurgu bir hikayeyle anlatıyordu bu film. Fırsat bulursanız ve bu dönem ilginizi çekiyorsa bir ara izlemenizi tavsiye ederim.
Etienne De Crecy’nin ilk albümü, Super Discount serisinin ilki 1996’da yaınlandı. O dönem okuldan sınıf arkadaşı Alex Goğher ile çalışıyordu. Ses mühendisi ve DJ olan Gopher sonradan Air, Mr Oizo, Gesaffelstein albümlerinde yer aldı. French house’un en güzel örneklerinden biri olarak tarihteki yerini hala korumakta Super Discount ve devamında gelen üç albümlük seri. 2000’de “Tempovision” albümündeki “Am I Wrong” büyük hit olmuş, radyoları ele geçirmişti. Bir dönem, sonradan Phoenix dahil pek çok Fransız sanatçıda emeği olmuş Cassius adıyla tanıdığımız Philip Zdar ile Motorbass adı altında müzik yaptı. Solo işlerine yıllar içinde devam etti. Müzik değişirken o da stüdyosundan kendine has katkılarda bulunmaya devam etti.
2025 tarihli “Warm Up” farklı tipte müzisyenleri konuk ediyor. Bunlardan biri Alexis Taylor. The Hot Chip solisti 2000’lerin dans müziğine damga vuran vokalleriyle albümü açıyor. Amerikalı şarkıcı Frank Leone iki şarkıda eşlik etmiş. The Do solisti Olivia Merilahti “Karma”da dikkat çekici. İngiliz dans girişimi Kero Kero Bonito, Amerikalı şarkısı Caroline Rose diğer konuklar. Sürpriz ise Blur solisti. Albüm tanıdık bir isimle Alexis Taylor ile açılmıştı, daha da tanıdık bir sanatçıyla Damon Albarn’la kapanıyor. Think Tank albümünden fırlamış gibi duran “Rising Soul” çok başarılı bir kapanış.
Etienne de Crecy’nin “Warm Up”ında 90’ların hayaletleri, bu dönemin tanıdık vokalleri ve adı pek duyulmamış genç solist bir arada. Ustasından 2025 model French house.
Bunları biliyor muydunuz?
İbiza’da bu yıl 18-21 Haziran tarihlerinde yapılacak Ibiza Conciertos Klasik Müzik Festivali’nin (yukarıda) bilet satışlarında bitcoin kabul ettiğini, sanatçılara da bitcoin ile ödeme yapıldığını, İbiza’nın sadece elektronik müzikten ibaret olmadığını;
Bizde de çok sevilen İsveçli metal ekibi Katatonia’nın kurucu üyesi Anders Nyström’ün gruptan ayrıldığını açıkladığını;
Amerika’da federal temyiz mahkemesinin yapay zeka üretimi işlerin telifinin alınamayacağına, sadece insan üretimi işlerin telifinin olabileceğine hükmettiğini;
Ed Sheeran’ın kendi adını taşıyan vakfının Britanya hükümetini okullarda müzik eğitiminde kullanılmak üzere 250 milyon sterlinlik bir yatırım yapmaya çağırdığını ve bu çağrıya Elton John dahil pek çok ünlü ismin destek verdiğini;
biliyor muydunuz?
Uzun videolar daha çok izleniyor
Sosyal medya yönetim ve analiz platformu Buffer.com’un 1.1 milyon TikTok videosunu analiz ederek verdiği bilgilere göre bir dakikadan uzun videolar daha fazla erişim alıyor. TikTok’a yüklenen videoların yüzde 86’sının bir dakikadan kısa olduğu, ancak bir dakikadan uzun videoların, kısalara oranlar yüzde 42 daha fazla erişim aldığı, yüzde 63 oranında da daha fazla izlenme süresine sahip olduğu belirtildi. Üstelik konu bir dakika da değil. Araştırmaya göre video uzadıkça erişim artıyor. TikTok algoritmasının çalışma biçimi “kısa video” mantığıyla hareket eden bir platform için hayli şaşırtıcı. Şarkılar, yazılar gibi videolar da giderek kısalırken bu bilgi incelenmeye değer.
Çizgi roman satışları artıyor
Kitap okumaya çizgi romanlarla başladım. Hepimiz böyle başladık, yani benim kuşak, 70’lerde 80’lerde doğanlar. Ticaretini de yapardık. Para kazanmaktan ziyade amacımız çıkan bütün kitapları okuyabilmekti. Hepsini satın almaya harçlığımız yetmezdi. Kazandığımız parayla ya da takas yöntemiyle yeni kitaplara ulaşırdık. Zaten ilkokuldayız kazandığımız paradan ne olacak... Ataköy’de 4. Kısım çarşısının girişinde tezgah açardık. Yere serdiğimiz örtünün üzerine kitapları dizer, kenarına bağdaş kurup bütün gün müşteri bekler, bir yandan da kitap okurduk.
Tommiks, Teksas (ben çocukken bile eski gelirlerdi) popülerdi ve ilk okuduklarımızdı. Sonra Zagor, Mister No, Kızılmaske, Mandrake tipi macera odaklı olanlar girdi hayatıma. İlerleyen zamanlarda Martin Mystere’den Corto Maltese’ye sevdiğim çok karakter oldu. Conan’lar Red Sonja’lar başka bir kapı açmıştı. Bu ikisine bir ara o kadar hakimdim ki mesela John Buscema’nın çizdiği versiyona bayılırdım. Hatırladığım kadarıyla Buscema’lar daha iyi fiyata giderdi zaten.
Ama en sevdiklerimden biri Alaska’ydı (Ken Parker oldu sonradan). Karanlık, gerçekçi vahşi batı hikayeleriydi bunlar. Çocuk halimle o tekinsiz ortamları, tehlikeli insanları, sonu belirsiz, çoğu zaman ölümle, sefaletle, trajediyle sonlanan maceralara bayılır, büyülenmiş gibi okurdum.
Kitap okumaya böyle başladık biz. Ardından çocuk klasikleri, Mark Twain’ler, Jules Verne’ler, Rudyard Kipling’ler ve çok daha çeşitli, renkli maceralar geldi. Kitaplar kalınlaştı, resimler azaldı, konular ciddileşti, çeşitlendi. Kağıtla kitapla, okumayla aramız hiç açılmadı.
Bunları anlattım çünkü okuduğum bir haber beni heyecanlandırdı. Geçen hafta Londra Kitap Fuarı vesilesiyle Guardian'ın hazırladığı habere bakılırsa son zamanlarda çizgi roman satışlarında patlama yaşanıyor.
Hem çocuklar hem yetişkinler için yayınlanan grafik türdeki hikayelerde büyük bir artış olduğu, birbiri ardına gelen çok satan serilerin ortaya çıkmasından belliydi. Konuya yakınım çünkü 8 yaşında bir kızım var ve okumayı öğrendiği günden bu yana çizgi romanları elinden bırakmadı. Şu an benden çok kitap okuyor ve artık genç / yetişkin edebiyatını takip ediyor. Ama bahsettiğim çizgi romanları birkaç yıl öncesinden bu yana ondan biliyorum. Dog Man (Köpek Adam), Diary of a Wimpy Kid (Saftirik Greg'in Günlüğü), Bunny Vs Monkey mesela inanılmaz popülerler. Evdeki kitap rafında eski tabirle serisi var bunların. İrili ufaklı pek çok çizgi roman kitapçılarda kendine giderek daha fazla yer buluyor. Geçen hafta İstanbul’daki kitapçılarda da çevirileri de karşıma çıkınca şaşırmıştım. Bunlar bizim çocukluğumuzdaki çizgi romanlardan farklı yeni bir tür. Hafif absürt, komedi ağırlıklı kimi zaman sarkastik, mizahi metinler.
Çocukların dünyasında kitabın, tablet ve akıllı telefonlarla mücadelesi kazanılması imkansız bir yarış gibi duruyor. Belki de gerçekten öyledir, ama zaman zaman küçük zaferler kazanılmıyor da değil. Dünyada çocuk çizgi romanlarının popülerleşmesi, iyi ve ilgi çekici bir hikaye anlatılırsa eğer, çocukların kitap okuyacağını gösteriyor. Çocuklar kitabı sadece eğitim amacıyla kullanılan bir nesne olarak görmekten vazgeçerse, gayet güzel benimseyip sevebiliyorlar demek ki. Düşünüyorum da ben çocukken ne tablet, ne bilgisayar, ne telefon vardı. Ama gene de sıkıcı bir kitabı sırf seçeneksizlikten okumak yerine sokakta top ya da misket oynamayı tercih edebilirdik. Yani aslında değişen bir şey yok. Çocuklar aynı çocuklar. Önemli olan iyi hikaye.
ANALİZ // Spotify raporuna bakış
Spotify her yıl yaptığı gibi bu yıl da “Loud & Clear” adının verdiği raporunu yayınladı. Rapor dünyanın en büyük stream platformunun endüstri ve sanatçılar üzerindeki ekonomik etkisini ortaya koymayı amaçlıyor. Bu raporda Spotify’ın yaptığı ödemeler hakkında genel bilgiler yer alıyor. Platform 2024’te 10 milyar dolar gelir dağıtmış. IFPI 2024 raporuna göre global müzik pazarının büyüklüğü 30 milyar dolar civarında. Bu yıl yüzde 10 civarı büyüme bekleniyor. Yani 2025’te 33 milyar dolar civarında gerekleşeceği tahmin edilen bir pazarın neredeyse üçte birine denk gelen bir miktar bu. Çok güzel harika ama gelir dağılımı diye de bir mevhum var. Bu para kime nasıl gidiyor, sanatçıların eline ne kadar geçiyor? Bunlar soru işareti olmaya devam edecek. Biz raporun bize sunduğu diğer bilgileri değerlendirelim.
Müzik artık çok dilli. Pop müzikte İngilizce’nin etkisinin azaldığını ben de yıllardır yazıyorum. Spotify araştırması geçen yıl olduğu gibi bu yıl da çok dilli pop müzik fenomeninin devam ettiğini bildiriyor. 100 bin dolar üzeri gelir elde eden sanatçılar kümesi 50’den fazla dil konuşuyor. 1 milyon dolar üzeri gelir elde eden sanatçılar kümesi 17 dil konuşuyor. 2017’deki sayı ikiye katlanmış. Daha da öncesinde sadece İngilizce ve biraz İspanyolca’dan söz edilebilirdi. Bu değişimin bariz nedenleri var. Spotify giderek farklı coğrafyalara açıldı. Her kapitalist şirket gibi büyümek için buna mecburdu. Müzik pazarının ağırlığı Batı’dan doğuya, Asya ve Afrika’ya doğru kayarken bu gelişmelerin olmaması da imkansız. Endonezya gibi kalabalık ülkelerin, Arap coğrafyasının, Güney Asya pazarının, Hindistan’ın hareketlenmesi bu sonucu doğurdu. Buralarda yer alan sanatçılar, firmalar işin içine girdi. Ekosistem renklenince müzik de çeşitlendi.
Afrika’da yaşanan biraz daha farklı. Afrika müziği Batı’yı yani merkezi ele geçirmeye başladı. Amapiano fırtınası yaşandı. Afrika kendi coğrafyasındaki dinlenme oranlarından çok Batı’ya ihraç ettiği müzikle ve sanatçılarla kadraja girdi daha çok. Burası bir tür sanatçı üretim merkezi işlevi görüyor. Bütün büyük müzik firmaları Güney Afrika, Nijerya gibi merkezlerde büyük operasyonlar gerçekleştiriyor.
Sanatçıların yüzde 50’si kendi ülkeleri dışında dinleniyor. Ne güzel müzik sınırları Spotify ile aşmış denebilir. Kısmen de doğru. Yılda bin dolardan fazla kazananların yüzde 50’si kazançlarının büyük kısmını kendi ülkesi dışındaki dinlemelerden elde etmiş. 100 bin barajının üzerindekilerde bu oran yüzde 80.
Bu durumu Spotify sayesinde farklı coğrafyalara açılmak olarak mı tanımlamalı yoksa dünyadaki göç hareketleriyle mi? Yani Türk sanatçıların Almanya’da, Hollanda’da çok dinlenmesi herhalde oradaki Türk dinleyici sayısıyla ilgili, farklı kökenlerden gelen Almanların Türk sanatçılara ilgilenmesiyle değil.
Aynı şekilde Nijeryalı bir sanatçının Fransa’da, Hintli bir sanatçının İngiltere’de yüksek dinleme rakamlarına ulaşması bu ülkelerdeki göçmen nüfusla açıklanabilir. Yani Spotify sayesinde müziğin farklı kitlelere ulaşmasından ziyade, Spotify sayesinde sanatçıların diasporaya ulaşması daha doğru bir analiz olabilir.
Yani “bakın ben Spotify sayesinde normalde hiçbir şekilde ulaşamayacağım bir kitleye ulaştım” çok gerçekçi bir açıklama değil. Bu daha çok online müzik dinleme ve paylaşım anlatısının öne çıkardığı bir hayal.
Spotify’ın en çok ödeme yaptığı en üst seviyedeki sanatçıların yüzde 80’inin şarkıları hit listelerine hiç girmemiş. Ne güzel bağımsız müzik de kazanıyor denmiş raporda. Aynı düşücede değilim. Bu tip çok kazanan ama hit şarkısı olmayan sanatçıların işleri genellikle dinlenme, rahatlama müzikleri sınırları içinde oluyor. Bunun en iyi örneği 2003’te Spotify’ın memleketi İsveç’te en çok kazanan sanatçı olan Johan Röhr. Röhr, 2022’de Spotify’a 600 farklı sanatçı ismiyle 2700’den fazla parça yükledi. Yaptığı tek şey yapay zeka yardımıyla rahatlama, dinlenme tipi müzik listelerine girecek algoritma dostu içerik üretmekti. Bu sayede 15 milyar dinleme elde etti. 3 milyon dolar telif elde etti. Bunun gibi pek çok insan var Spotify’ın açığını bulup para kazanan. Spotify, YouTube Music, Apple Music gibi platformlara günde toplam 150 bine yakın içerik yükleniyor. Bu içerikleri ayıklayacak filtreleyecek programlar geliştirilse de sayı o kadar büyük ki başa çıkılamıyor. Çünkü Röhr gibiler mutlaka bu filtreleri aşmanın bir yolunu buluyor.
Bu isimlerin kazandığı parayı “alternatif müzik kazandı” diye vermek çok doğru bir yaklaşım değil. Ben hit şarkısı olmayan hiçbir müzisyenin Spotify’dan doğru dürüst bir gelir elde ettiğini duymadım işitmedim.
Endüstriye “10 milyar dolar dağıttık” kulağa hoş gelen bir ifade. Ancak gerçekler biraz daha farklı.